TEVEKKÜL / SABIR

Zümer 38-40:

Onlara \’Gökleri ve yeri kim yarattı?\’ diye soracak olsan, \’Allah\’ diyecekler.

De ki: O zaman söyleyin bana, eğer Allah bana bir zarar vermek istese, Allah\’tan başka yakardıklarınız O\’nun verdiği zararı giderebilir mi? Veya O benim için bir rahmet dilese, O\’nun rahmetine engel olabilirler mi?

De ki: Allah bana yeter; tevekkül edecekler O\’na tevekkül etsin. De ki: Ey kavmim, siz elinizden geleni yapın; ben de yapıyorum. Yakında öğreneceksiniz: Rezil edici azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimin başına ineceğini.

Bu ayetlerde hitap edilen zümre gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu bilenlerdir. Ayet iman edenler diye başlamıyor. Zaten ayette iman eden birinin Allah’ın ona yeteceğini ve tevekkül edilecek biri varsa bunun sadece Allah olduğunu bildiği belirtiliyor. Burada daha geniş bir kitleye hitap ediliyor ve aslında bu insanlar tevekkül aracılığıyla Allaha imana çağrılıyorlar. İnanıyormuş gibi yapmayın gerçekten inanın deniyor. Bu tartıda ölçü ise tevekküldür.

Bizler malımız, kabiliyetlerimiz, aklımız, siyasi veya toplumsal nüfuzumuz, çocuğumuz, eş dost akrabamız, üyesi olduğumuz topluluklar gibi bizce daha somut gibi görünen unsurlara güvenmeye meyilliyizdir. Hayatın getirebileceği risklerine karşılık bu güvenceleri düşünerek içimizi avuturuz.

Ayet ise bu bakış açısının tamamıyla bir yanılgıdan ibaret olduğunu bize söylüyor. Onun kudretinin karşısında hiçbir şeyin duramayacağını bize anlatıyor. Bu sebeple eğer “Gökleri ve yeri Allah yarattı” diyorsanız nasıl oluyor da yaratanı bırakıp yaratılmışa güvenebiliyorsunuz? Diye soruluyor.

Bu güvendiklerimizin Allahtan gelecek bir zararı bizden savuşturacağını mı zannediyoruz? Yoksa bunların bize, Allaha rağmen bir zarar vermeye muktedir olduklarından mı endişe ediyoruz? Allah’ın engellediği bir yararı verebilecekleri mi umuyoruz? Bu ve benzeri düşünceler temelde Allah’a imanın eksikliğinin bir göstergesi ve insanı şirke düşüren şeylerdir.

Tevekkül: Allah\’a güvenmek: Onun kudretini idrak içinde, Onun planlarına güvenmeye dayalı teslimiyeti anlatan bir terimdir. Bir anlamda Onun yeterliliğini bilerek Ona vekalet vermektir. Hayatımızdan bir örnekle konuyu açalım: Yeterliliğine güvendiğimiz bir avukata bir alacağımız için vekalet verdiğimizi düşünelim. Dava aleyhimize sonuçlanmış olsun ve biz değil alacağımızı almak, üstüne bir de para ödemeye mahkum edilmiş olalım. Bu noktadan sonraki tavrımız bizim avukatımıza olan güvenimizi gözler önüne serer. Şöyle ki:

  • Avukat beni mutlaka çok daha büyük bir borçtan veya zarardan kurtarmıştır diyerek gönül rahatlığıyla bedeli öderim.
  • İçimdeki kuşkuyu gidermek için avukattan açıklama talep ederim. Açıklaması aklıma yatarsa içim rahat edecektir. Onun bilgi ve becerisini aklımla kontrol etmek isterim.
  • Hemen “Sen ne biçim bir avukatsın! Ben senden alacağımı tahsil etmeni istiyorum sen bana borç çıkarıyorsun” diyerek suçlarım; isyan ederim.

Tevekkülün kalitesi şartlar aleyhte geliştiğinde belli olur. Bu belli olmadan da imanın kalitesi belli olmaz. Bu sebeple ayettin son bölümünde meydan okuma vardır. Ayet Mekke döneminde inmiştir. Yani ekonomik ve siyasi açıdan zayıf durumdaki müminlerin Mekkeli müşrikler tarafından eziyet gördüğü bir dönemde… Müşriklerin eziyetini azaltmak yönünde diyaloğun, diplomatik yolların arandığı, Mekkeli müşriklerin de kendi üstünlüklerine güvenerek Müslümanlara her türlü eziyeti yaptıkları bir dönemde onlara, öncesinde tevekkülden bahseden ve peşine meydan okuyan ayetler iniyor. Bunun müşrikleri daha da azdıracağı açıktır. İman emin olmak ve güvenmektir. Böyle veya buna benzer bir teste tabi tutulmadan sadece inanıyorum demekle nasıl bir imanımızın olduğunu anlamamız mümkün değildir. Bu şartlar altındaki tevekkülün gerçek tevekkül olacağı bize anlatılıyor. Sözde değil özde iman. Rabbim bizi cemaliyle eğitsin.

Al-i İmran 160: Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi \’yapayalnız ve yardımsız\’ bırakacak olursa, O\’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah\’a tevekkül etsinler.

Sabırla ilgili birkaç ayet:

Mearic 5: Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

Bakara 153: Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.

Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.

İnsan 24: Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkar veya nankör olana itaat etme.

Bakara 155: Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

Tevekkül ve sabırla ilgili ayetleri dünya halimizle birleştirdiğimizde şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: Tahammülle sabır ve tevekkülle sabır şeklinde iki türlü sabır vardır.

Tahammül hamal dan türeme bir kelimedir. Tahammülle sabır dediğimizde bizde oluşan eksikliğe tahammül ediyoruz. O eksikliğin yükünü yükleniyoruz ve taşıyoruz. Her taşınan şey gibi zamanla bu yük ağırlaşmaya başlayacak ve bir müddet sonra taşıyamayacağımız hale gelecek, ya bizi altında ezecek ya da biz sabır etmeyi bırakacağız. Sonuç olarak bu güzel bir sabır olmayacaktır.

Tevekkül vekilden türeme bir kelimedir. Vekaleti Allaha verip yükten kurtuluyoruz. Rabbimizin rahmetine sırtımızda yük olmadan bekliyoruz. Bu eksikliğin, bekleyişin bir hikmeti olduğunu biliyoruz. Bunu anlamaya bu hikmetten faydalanmaya kendimizi geliştirmeye gayret ediyoruz. Bizi selamete çıkaracak olan sabır bu sabırdır. Yoksa, “sabır sabır nereye kadar” diyerek işi raydan çıkarırız.

Daha iyi anlamaya yönelik bir örnek daha:

Nahl suresi

125: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak Rabbin yolundan sapanları en iyi bilendir. O doğru yola girenleri de en iyi bilendir.

126: Eğer cezalandıracak olursanız size uygulanan cezanın aynıyla cezalandırın. Ama eğer sabrederseniz ant olsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

127: Sabret. Sabrın ancak Allahladır. Onlar için üzülme ve kurdukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme.
128: Muhakkak ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve öyle ki onlar, muhsinlerdir.

Bu ayetleri açarsak: Rabbimizin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırıyoruz. Önce verdiğimiz öğüdü biz uyguluyoruz ve içindeki hikmetleri yaşıyoruz, anlıyoruz. Sonra da aynı öğüdü mücadele (cadilhum) ettiğimiz kişilere söylüyoruz. Emretmiyoruz, tartışmıyoruz. Uyguladıklarında fayda görecekleri bir öğüdü güzelce veriyoruz. Araya ego, benlik, kibir sokmuyoruz. Allaha teslim olmadan, mücadele içinde olduğumuz biri ile bu sükunette konuşmamız pek mümkün olmaz. Dolayısıyla tevekkül içinde anlatıyoruz.

Muhakkak Rabbimiz hidayette ve dalalette olanı bilirim demekle bizim bilme peşinde koşmamamız gerektiğini de vurgulamış oluyor. Yani birbirinizi kafir-mümin diye göstermeyin, suçlamayın, ayrıştırmayın ki karşınızdakiler zihinlerini sizin vereceğiniz öğütlere kapatmasınlar. Ayetlerin geneliyle birleştirerek manasını genişletirsek: Rabbimiz biliyorum diyorsa yapılması gerekeni de yapıyordur. Bizim endişelenmemize gerek yoktur. Böyle bir endişenin telaşıyla birbirinizi ayrıştırmamış da oluruz aksi halde mesajın iletilmesi imkansız hale gelir.

Mücadele ederken zarar görmek çok olasıdır. Eğer zarar görmüşsek ve buna karşılık vermek istiyorsak Rabbimiz, bize verilen zararın misliyle yani aynısıyla karşılık vermemizi, Rabbimizi hatırlayarak aşırıya kaçmamamızı, kin ve öfkeye kapılarak kat ve kat ödetmeye kalkmamamızı söylüyor. Ama eğer sabredersek yani karşılık vermezsek ant olsun diye tekrar üstüne basarak bize diyor ki, bu gerçek sabır gösterenler için daha hayırlıdır. Burada “gerçek sabır” terimini kullanmamın sebebi, sabredenler olarak bir daha tekrar edilmesindendir.

Sabır bize 126’ıncı ayette çok güçlü bir seçenek olarak sunulmuştu. Bir sonraki 127’inci ayetin başına bakınca bir daha düşünmek gerekiyor: SABRET! Burada sabır emredilmektedir. Ama bir sonraki ayette olması sanki başka bir durumdaki bir emirmiş izlenimi de veriyor. Şöyle anlayabiliriz. Allah yolunda mücadele ederken eğer bir zarar görürsen öncelikle sabret. Sonra tekrar sabret. Eğer çok gerekiyorsa aynıyla karşılık ver ama bil ki sabır daha hayırlıdır. Bu sabır Allah iledir. Tevekkül iledir. Kalbimizde Allah yoksa, Allah’ın kudreti konusunda şüphe içinde isek bu sabrı göstermek çok zordur.

Peki mücadele ederken zarar gördük ve sabrettik ama karşı taraf durmuyor ki! Hala tuzak kurmaya aleyhimizde çalışmaya devam ediyorlar. Büyük bir ihtimalle bize daha büyük bir zarar vermek için hazırlık yapıyorlar. Rabbimiz bu endişemizi de gideriyor: Onlar için üzülme ve kurdukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme. Muhakkak ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve öyle ki onlar, muhsinlerdir.

Eğer Rabbimiz bizimle ise çok büyük bir orantısız güce sahibiz demektir. Dolayısıyla çok dikkatli ilerlemeliyiz. Tevekkül ve sabır bizim önceliğimiz olmalı. Nasıl ki Rabbimiz bizim hatalarımıza aceleyle karşılık vermiyorsa biz de benzer bir hal üzere Allah’a sığınarak ondan böyle bir sabır için yardım alarak acele etmemeli, nefsani davranışlardan kaçınmalıyız.

Biz, bu hal üzere olursak muhsinler kategorisine geçmiş oluruz. Yani Rabbimizin lütufunun çok daha fazla olacağı anlamına gelmektedir.

Fussilet 34-36: İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan bir tarzda sav. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık olan adeta sıcak bir dost olmuştur. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah\’a sığın. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.

Kötülüğü en güzel olan bir tarzda savabilme kabiliyetine, yapılan kötülüklere karşı öfke ve kinine hakim olup, Allah\’a tevekkül ederek sabredenler kavuşturulur. Allah\’ı bilmeden tevekkül etmek, tevekkül etmeden de gerçek sabır çok zordur. Belki bir yere kadar tahammül edilir ama gönlümüzü dingin tutarak sabretmek ancak tevekkülle olabilir. Yani bunu, yükü taşıyarak değil Rabbimize sığınarak yapabiliriz. Öfke, acziyetini idrak edemeyen insanların aciziyet karşısında takındıkları bir tutumdur. Büyük pay sahibi olarak meallendirilen \”Zu hazzin azim\” kelime manası olarak büyük haz sahibi demektir. Büyük servet sahibi, Allah\’ın rahmetinden pay alma lütufuna nail olmuş kişi manalarına gelmektedir. Allah\’ın rahmetinden payı olan kişi, ihsan sahibi olur veya ihsan sahibi olanlar Allah\’ın rahmetinden pay sahibi olurlar. Şayet “ben yapamıyorum” diyorsan hemen yaranın merhemi verilmiş: Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah\’a sığın. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. Dediklerini işitir, ne yaptığını, ne yapmadığını ve neyi de yapamadığını bilir.

Tevekkülle ilgili birkaç ayet:

Nisa Suresi, 81. ayet: \”Tamam-kabul\” derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah\’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
 
İbrahim Suresi, 12. ayet: \”Bize ne oluyor ki, Allah\’a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah\’a tevekkül etmelidirler.\”
 
Furkan Suresi, 58. ayet: Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O\’nu hamd ile tespih et. Kullarının günahlarından O\’nun haberdar olması yeter.
 
Ahzab Suresi, 48. ayet: Kafirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma ve Allah\’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
 
Tegabün Suresi, 13. ayet: Allah; O\’ndan başka İlah yoktur. Öyleyse müminler (yalnızca) Allah\’a tevekkül etsinler.
 
Talak Suresi, 3. ayet: Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah\’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip – gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.
 
Mülk Suresi, 29. ayet: De ki: \”O (Allah) Rahman olan (esirgeyen koruyan)dır; biz O\’na iman ettik ve O\’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açıkça sapmış olduğunu pek yakında bileceksiniz.\”

Yorum bırakın