1 Fatiha 5: (Ey Rabbimiz!) Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.
Bu ayetteki yadım dileriz olarak tercüme edilen (nestaînu/istiane) kelimesi bir çaba sarf ederken işin üstesinden gelemeyip yardım istemek manasındadır. Bir işe başlarken söylediğimiz besmele ise daha işin başında Allah’a sığınıp O’nun bize doğru bir başlangıç yaptırmasını ve devamında da yardımını temenni etmektir. İşin sonundaki başarıyı da Allahtan bilmeyi hatırlamak içindir.
19 Meryem 4-5: (Zekeriya as.) Demişti ki: \’Rabbim! Doğrusu benim kemiklerim zayıfladı, başım iyice ağardı. Rabbim! Ben sana dua etmekle de hiç mahrum olmadım ve gerçekten ben arkamdan yerime geçecek yakınlarımdan korktum. Karım da kısırdır. Bana tarafından bir veli bağışla.
Mealde mahrum olmadım şeklinde tercüme edilen “Şakiyya” kelimesi telaş etmedim manasına da gelmektedir. Telaşla aceleyle dualarımın hemen karşılık bulmaması dolayısıyla mahrum olduğumu düşünmedim şeklinde de yorumlanabilir. Zekeriya as imkansız gibi görünen bir şeyi istemektedir. Kendisinin yaşlı karısının kısır olduğunu belirtmekle bu konuda gayretinin imkansız olduğunu söyleyerek duasına mazeret göstermektedir. Burada yaşlılığında kendisine bakacak birinden ziyade insanları uyaracak manevi değerleri koruyacak bir halife talep etmektedir. İçinde bulunduğu toplumun bu değerleri muhafaza edemeyeceğinden endişe etmektedir. Yani isteği bir anlamda kamusaldır. Bizler ise daha ziyade maddi değerlerimize halife peşindeyizdir.Ne yazık ki, bu halimizle biz, manevi değerimizin olmadığını kabul ediyormuş gibi bir görüntü de veririz.
28 Kasas 24: (Musa as.) Hemen onların (sürülerini) suladı. Sonra gölgeye çekilip: \’Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım\’ dedi.
2 Bakara 216: “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Ayet gayet açıktır. Doğruluğunu hayatımızın çeşitli evrelerinde görmüşüzdür. “Allah bilir, siz bilmezsiniz” Allah’ın takdirinin hepsi bizim için hayırlıdır. Bize, anlayıp razı olun, övünüp dövünmeyin denmektedir. Bu dünyanın gayesi rahat etmek değil ahirete hazırlıktır. Eğitimdir. Bildiğimiz gibi eğitim bazen rahatsız edici, zorlayıcı ve acı verici olabilir. Dersin uzun sürmesi, tekrarların çok olması bizim anlayışsızlığımızdan kaynaklanmaktadır.
25 Furkan 77: De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir? Fakat siz yalanladınız; bunun cezası da yakanıza yapışacaktır.
Bizim kıymetimiz duamızla ölçülür. Buradaki duadan kasıt duanın lafzı değil, izah etmeye çalıştığımız dua ederken takındığımız haldir. Yalanlanan ise Alemlerin Rabbinden başkasından medet umulmayacağı, yardım dilenmeyeceğidir. Fatiha suresindeki “yalnızca senden yardım dileriz” ayetine atıf vardır. Buna binaen kimseye muhtaç değilim diyerek aciz oluşumuzu inkar etmiş, nefsimizi ilah edinerek Rabbimizi inkar ediyoruz.
54 Kamer 3: Yalanladı ve kendi arzularına (hevalarına) uydular. Oysa her iş sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.
“Kendi amacına varıp karar kılacaktır” olarak tercüme edilen “mustekırrun” kelimesi yerini bulacaktır şeklinde de tercüme edilmiştir. İstikrara kavuşacaktır. Bir anlamda “Olan her şeyde hayır vardır” tabirinin bir başka ifadesidir. Olandan çok altında yatan hikmete, Allah’ı yalanlamadan, suçlamadan yani hevamıza, nefsani arzularımıza uymadan bakmamız bize öğütlenmektedir.
2 Bakara 45-46: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (zor/büyük) dır. Onlar, (huşu duyanlar), şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve şüphesiz, O\’na döneceklerini bilirler.
Bu ayetteki “yardım dileyin” ile Fatiha suresindeki “yardım dileriz” de aynı Arapça kelime (istiane) kullanılmıştır. Namaz insanı aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar (29 Ankebut 45). Namazdan kasıt yüzümüzü dünyadan ahirete dönmemiz ve işlerimizi yaparken Allah’ı hatırlayarak aşırılık ve kötülükten uzak durmamızdır. Sabır ise tahammül ederek değil tevekkül ederek beklemektir. Yardım isteme bu iki halin birleşimiyle olmalıdır.
18 Kehf 28: Allah\’ın rızasını isteyerek sabah ve akşam Rablerine dua edenlerle beraber sen de sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan (Rablerine dua edenlerden) ayırma. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz, arzularına uymuş ve işi de aşırılık olan kimseye uyma.
Bu ayette de dua ile sabır bir arada. Yapılması istenenler:
- Sabretmek.
- Dünya hayatının süsünü istememek. (İhtiyacımız olan kısmını istemekte beis yok ama süse kaçmayacağız.)
- Tamamen bencil olmamak. Toplumsal faydayı da gözetmek. Gerekirse öne çıkarmak.
- Kalbini Allah’ı anmaktan alıkoymamak.
- Arzularına, hevana uymamak.
- İşinde aşırılığa gitmemek.
İzah etmeye çalıştığımız halin güzel bir özeti bence.
Genelde duayı ihtiyaç duyduğumuz bir şeye erişemeyeceğimizi anladığımızda veya bu endişeyi taşıdığımızda ediyoruz. Oysa duanın şu bileşenleri olduğunu görüyoruz. Elden geldiğince gayret etmek, kendini aciz görmek hatta hiç mertebesinde bilmek ve Allah’ı kadiri mutlak görerek el/gönül açmak. Her türlü kibirden, egodan, varlık beyanından uzak durmak. Tevekkülle beklemek. Aslında bakarsak bizim her zaman bu hal üzere olmamız gerekir. Çünkü bu bileşenlerin kuvveti hiçbir zaman zayıflamamaktadır.
Duada önemli olan haldir. Kelimeler halin tarifidir. Bu sebeple Musa as’ın duasını çok severim. \”Hayırdan yana her vereceğin şeye ihtiyacım var!\” Hayrın celal ile değil de cemal ile verilmesini dileyerek: “Bana cemalinle muamele et” diye de eklerim. Diğer bir yandan bakıldığında hayır, celal ile verildiğinde insan çok zorlanıyor ama zorluk geçince hayır, cemal ile gelenden daha net görülüyor ve insan iyi ki yaşadım benim için hayırlı oldu diyor ama celalin tekrarından da çekiniyor.
6 Enam 44: Derken kendilerine hatırlatılanı (öğüdü) unuttuklarında, onların üzerilerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle \’sevince kapılıp şımarınca\’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.
Anın değişmesi için halin değişmesi gerekir. Hal olumlu bir şekilde değişmeden anın değişmesi büyük risk içerir. Her isteğin yerine gelmesi ile maddi dünya nimetlerinin kapısının açılması, eğitimin bırakılarak manevi gelişimin kapatıldığı manasına gelebilir ki bu, Allah korusun, ıslah imkanının ortadan kalktığını gösterir.
Aciz olduğumuzu anlamak, Rabbimizden başka bizi kucaklayanın olmadığını bilmek, yaratanın rahmetiyle içimizin dolması ve bu hallerin bize kazandırdığı tevazu, duadan en önemli kazanımlardır.
47 Muhammed 15: Takva sahiplerine vaat edilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için \”özel bir lezzet\” veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orada onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret de vardır. Hiç ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını parça parça eden kaynar sudan içtirilen kimseler gibi olur mu?
- Su bulanık olabilir ama cennetteki su bulanık veya tadı bozuk değildir.
- Açıktaki süt kokar ve tadı değişir ama cennetteki sütün tadı değişmez. Yani pek bildiğimiz süt gibi değil.
- Dünyadaki şarabın tadını herkes beğenmez ve verdiği sarhoşluktan hoşlanmaz oysa cennetteki şarap tadana şu an için tarifi mümkün olmayan özel bir lezzet verecektir.
- Süzme bal dünyada kıttır. Sofraya kase ile konur. Orada ise bu kıt yiyecekten ırmaklar olacaktır. Bakıldığında bu lezzetlerin hepsi kıttır. Irmaklar tabiri lezzetin devamlılığını ve büyüklüğünü anlatmak içindir. Yani dünyada kıt olarak verilmiş ve lezzeti azaltılmış nimetler cennette, tarifi imkansız yüksek lezzette ve ırmaklar gibi bol ve sonsuz olarak verilecektir.
- En muhteşem nimet en sona bırakılmış: Rablerinden bir mağfiret! Bu ise tüm lezzetlerin özüdür.
Bu nimetlerden mahrum olmak ne büyük bir ateştir!
30 Rum 36: Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde de hemen umutsuzluğa kapılıverirler.
“Kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla” ifadesine dikkat edelim. Umutsuzluğa kapılmak yerine kendi ellerimizle yaptığımız kötü işten dolayı özür dileyip yani tövbe edip, başımıza gelen kötülükten kurtulmak için sabır ve namazla yardım dilemeliyiz. Musibet kelimesi isabet kelimesinden türemedir. Türkçede kullanılan manadan (isim olarak: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey. Sıfat olarak: Uğursuz) biraz farklı olarak, yaptığımız veya gönlümüzde barındırdığımız bir kötülüğe tam 12’den isabet eden şeye musibet deniyor. Demek ki musibete değil de nereye isabet ettiğine bakmak lazım. Musibetin isabet ettiği merkez, dışarıdan baktığımızda gördüğünüzü zannettiğimiz yer olmayabilir. İçimizin derinliklerine bakmak gerekebilir. Bu bir ceza değil düzeltmemiz için bir uyarıdır. Düzeltilmediğinde cezası hesap günü verilecektir ki başa gelen musibetle kabil-i kıyas değildir. Musibeti görmek için illa büyük olmasını beklememeliyiz. Koruyucu hekimlikte olduğu üzere, küçük olumsuzluklardan bile ders çıkarmaya gayret etmeliyiz ki büyüklerine gerek kalmasın. Ana amaç musibetlerden kurtulmak değil, halimizi düzeltmektir. Musibeti hali düzelterek gidermek hayra alamettir.
Kendimle alakalı bir dua istatistiği yaptığımda görüyorum ki maddi isteklerimin azı kabul olmuş çoğu ise kabul olmamış. Kabul olanlar da ya istediğim gibi olmuş ya da farklı şekillerde olmuş ama bir şekilde sıkıntı sona ermiş. Manevi dualarımın ise tamamı fazlasıyla kabul olmuş. Eminim bu sınıflandırma herkes için geçerlidir. Gayenin dünya nimetlerine gark olmak değil de halimizi ıslah etmek olduğu böyle de anlaşılıyor. Dünyada olmayan bir şeyin peşine düşmek boşa emektir. Unutmayalım baldan ve sütten ırmaklar dünyada değil cennettedir. Sabır, teslimiyet, samimiyet ve gayret esas olmak kaydıyla.
Farklı lezzette birkaç ayet:
11 Hûd 6: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.”
20 Tâ-Hâ 110: “Allah, onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez.”
96 Alak 5: “Allah, insana bilmediklerini öğretti.”
6 En’am 59: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir.”
18 Kehf Suresi 110: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.”