Bakara 177
İyilik yüzlerinizi doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. Ancak iyilik, Allah\’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab\’a ve peygamberlere iman eden, sevdiği malı yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmış olana, dilenenlere ve kölelere veren, namazı kılan, zekatı veren, söz verdiklerinde sözlerini yerine getiren, darlıkta, hastalıkta ve savaşın kızıştığı anda sabreden kimselerin yaptıklarıdır. İşte bunlar doğru olanlardır. Takva sahibi olanlar da bunlardır.
Takva, Allah korkusu olarak anlaşılmaktadır. Aslında bu korku şöyle bir korkudur: önem verilen bir işte hata yapmaktan korkup o işe özenmektir. Yapılan iş ne kadar önemli ise hata yapma korkusu da o kadar fazladır. Önemsiz işlere özenmeye gayret etmeyiz. Dünya çölünde kaybolmuş, helak olmak üzere olan birisi cennet bahçelerine giden yoldan sapmamak için nasıl korkuyla ve buna bağlı özenle hareket ederse öyle olmak demektir.
Bu ayette kitaplar yerine kitap şeklinde tekil zikredilmesi uygulamada Kuranın esas alınacağını belirtir. Tahrif edilmiş kitaplar artık Allah’ın gönderdiği kitaplar değildir. Kitaba iman etmek içindekilerin doğruluğundan, sıratı müstakimi tarif ettiğinden emin olmak, inanmak ve uygulamak demektir. Uygulamak inandığımızın kanıtıdır.
İnfak ederken her hangi bir şeyi değil, sevdiği malı vermekteki amaç yardımdan ziyade bizim gönlümüzden mal ve dünya sevgisinin çıkarılmasıdır. Allah bu dünyadaki düzeni ayakta tutmaya, kendi yarattıklarına bakmaya güçü yeter. Bunun için hiç bir yardıma ihtiyacı yoktur. Bu tür bir fikre kapılmak kibir ve edepsizliktir. Zaten yardım eden kişi sahip olduklarını da Allah dan almıştır. Ben muhtaçlara yardım ediyorum deyip büyüklenmenin anlamı yoktur. Allah malı sana vereceğine o muhtaca verir ve senin ağız kokun da çekilmemiş olur. Bu şekilde yapılan yardım amacına ulaşmamış olur. Burada infak konusunda bir parantez açarsak:
İnsan 8.9.10
Onlar, sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. «Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.» «Biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O\’nun azabına uğramaktan) korkarız» (derler).
Gene sevdiği yemeği verirken herhangi bir karşılık beklememek gerektiği burada daha açık vurgulanmış. Allah rızası dışında, teşekkür dahi olsa, bir karşılık beklemek azaba uğrama tehlikesi içermektedir. Bu ayette bir diğer husus da esire yedirmektir. Esir Müslümanlara karşı savaşmış, öldürmeye çalışmış ama beceremeyip esir düşmüş kafir kişidir. Böyle birine karşı içimizde kin ve öfke duyarız. Ama böyle bir hissiyatı gidermek için sevdiğimiz yemeği ona yedirmemiz emrediliyor. Hem de herhangi bir yemeği değil sevdiğimiz yemeği!
İnfaktaki gaye dünyadan gönül çevirmek, şevkat ve merhamet duygularını artırıp nefsimizi yumuşatmaktır. Bu eğitimin en tepe noktası Hz. İbrahim as. dan oğlunu kurban etmesinin istenmesidir. Kurban bayramında kestiğimiz kurban ile biz yaratılmış her şeyden gönlümüzde yüz çevirip önceliği Allah’a ve O’nun emirlerine vereceğimizi ilan ediyoruz ve bunu unutmayalım diye her yıl tekrarlıyoruz.
Parantezi kapatıp devam edelim: Aslında kitaba iman ile tüm ibadetler kapsanmış oluyor ama namaz ve zekatın tekrar hatırlatılması hem önemini vurguluyor hem de ek mana katıyor: Zekatın ayrıca zikredilmesi, infakın zekata ek olarak yapılacağını belirtiyor. Namaz kılmak ise yüzümüzü, gönlümüzü dünyadan Allah’a çevirmek demektir. Ayet başında zikredilen iyilik yüzlerinizi doğuya veya batıya çevirmeniz değildir sözüyle de birleşince, yüzümüzü, istikametimizi, gönlümüzü Allah a çevirmek daha da kuvvetleniyor.
Söz verdiklerinde sözlerini yerine getiren ifadesi ile hem insanlara verilen hem de Fatiha suresinde Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi kastediliyor.
Bu ayette sıkıntı anındaki sabır altı çizilerek vurgulanmıştır. Sabır, Allah’a tevekkülle olgunlaşır. İçi fokur fokur kaynarken kendini tutmak da sabırdır ama henüz olgunlaşmamıştır. Tahammül edilerek edilen bir sabırdır. Gerçek sabır ise tevekkül edilerek yapılandır. Gerçek sabır iç sükuneti içinde beklemektir. Rabbimizden gelen hüküm istediğimiz gibi olmadığında veya geciktiğinde hemen telaşlanıp ümitsizliğe kapılıyoruz. Halbuki beklersek her şeyin yerli yerince olduğunu müşahede edeceğiz. Hüküm bizim beklediğimiz gibi gerçekleşmemiş ise bu bizim yanlış beklentiler içinde olduğumuzun göstergesidir. Olandan öğrenmemiz, kendimizi eğitmemiz gerekirken sabırsızca hareket etmek doğru değildir. Her şeyi Bilen ve her şeye Kadir olan Rabbimizin yaptığına şüphesiz tevekkül etmek, güven duymak gerekir. Sabrımızı olgunlaştırmak için geliştireceğimiz tevekkülün bize kazdıracağı diğer bir güzellik de öfke, kin ve hasetten arınmaktır.
Doğru olanlar, imanlarında samimi olup, özü sözü bir olanlardır. Ancak bu özellikleri edinenler takva sahibi olabilirler. Hidayete de ancak bu şekilde erişilebilir. Bu olgunluğa erişenler Allah’ın izniyle gönüllerinde gömülü hazinelere kavuşacaklardır.