FATİHA SURESİ meali ve yorumu

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Rahman ve Rahim olan Allah\’ın ismi ile.

Bir işe besmele ile başlamak Allahım benim ismim ve sıfatlarımla değil senin verdiğin güç ve kudret ile beni başarıya ulaştır demektir. Bende, senin verdiğinden başka bir şey yok. Ve bu işimde bana her boyuttaki rahmetinle muamele et, yardım et. Rahmetinin benden zuhur etmesini diliyorum. Bu işim beni senin merhametine mazhar kılsın. Bu söz kendini hiç, Allahı hep bilmektir. İçinde La ilahe illallah gizlidir. Tüm ilimler tevhidi gözler önüne sergiler, bizi tevhide vardırırlar. Bu cihetle besmelenin de içindedirler.

1-Elhamdu li (A)llâhi rabbi-l’âlemîn (e)

Hamd alemlerin Rabbı olan Allah\’a dır.

“Hamd” kelimesinin manası övgü ve şükrandır. İkisi bir aradadır. Allah’ın Rabliği hem şükran duyulacak derecede lütufkar hem de muhteşemliği bakımından övgüye layıktır. Rab ise efendi, sahip, egemen, idame ettiren, nimetlendiren, yaşatan, terbiye eden anlamlarını içerir. Bu durumda alemler kul, mülk, tabi, idame eden, nimetlenen, yaşatılan, terbiye olan durumundadır. Kulun, efendisinin talimatlarına göre hareket etmesi gerekir. Kendisine ait mutlak özgür iradesi yoktur. Allah\’ı Rab kabul ederek biz kendi canımızın her istediğini yapma özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz. Allah’ın boyunduruğuna giriyoruz. Aynı zamanda dünyaya ait her şeyin boyunduruğundan kurtulup özgürlüğe kavuşuyoruz. Nefsimizin kulluğunda durmaktansa rahman ve rahim olan Allah\’ın kulluğunda olmak daha evladır. Kul olmak kölelikten farklıdır. Efendisi kölenin hizmetine muhtaçtır, ondan fayda sağlar. Bu hizmete karşılık kölesine bir bedel ödemek mecburiyetinde değildir. Köle bu hizmeti vermek mecburiyetindedir. Oysa kulluk isteğe bağlıdır. Kişi kendi iradesiyle kul olmayı seçer. Yapması gerekenlerin hepsi kulun yararınadır. Rab ganidir; bu hizmetten fayda görmez aksine kula çeşitli manevi lezzetler tattırır.

Allahu teala ilk üç ayette bize kendisini tanıtıyor. Bu sebeple ilk önce kendi ismini bize söylüyor. Sıfatları sonradan geliyor. Önce hamd etmeyi bil sonrada o hamdin Bana ait olduğunu bil anlamı var. Efendimiz olarak bizden istedikleri kendi faydasına, hizmetine yönelik değildir. Her emri bizim faydamıza bizi maddi ve manevi olarak daha temiz ve kamil yapmaya yöneliktir. Bu yönüyle de kendisine hamd ederiz. Alemler geçmiş, gelmiş ve gelecek cin,melek ve insanlardan oluşan milletler manasındadır. Cansız şeyleri kapsamıyor. Alemin tanımıyla arada cins, ırk, renk, soy ayrımı ve ayrıcalığı kalmamış olur. Üstünlük Rabba olan kulluğa göredir ki, ölçüsü takvadır.

2-Errahmâni-rrahîm(i)

Rahman ve Rahimdir.

Rahman ve Rahim kelimeleri rahm kökünden geliyor. Bebeğin anne karnında durduğu yere rahm deniyor. O orada güvendedir ve her ihtiyacı görülür, Hiç bir problemi yoktur. Yani bir şeyin her yönüyle ilgileniyorsan, koruyup gözetiyorsan buna rahm deniyor. Eski Araplar anne karnında iken çocuğuna yapılan bakımına rahm diyorlardı. Sahabeye bu iki kelime de aynı kökten geliyor ne farkı var diye sorulunca öz anlatımla Rahman kıyamete kadar bu dünyada herkes için, Rahim ahirette sonsuza kadar müminler için şeklinde açıklamışlar. Bu açıklamadan şöyle bir sonuç çakarabiliriz: Rahman sıfatıyla hiç bir ayırım yapmaksızın herkese kıyamete kadar rahmet göstermektedir. Kafir veya mümin herkesi korumakta ve gözetmektedir. İhtiyaçlarını temin etmektedir. Ancak hesap gününden sonra bu rahmet kalkacak. Rahim sıfatıyla sadece verdiği öğütleri tutan müminleri koruyup gözetecek her ihtiyaçlarını temin edecektir. Rahmeti sadece onlara olacaktır. Bunlar sıfatı mıdır ismi midir dersek. Bazen bir sıfat o kadar belirleyicidir ki o kişi o sıfatla anılır olur. Adeta ismi olur.

3-Mâliki/Meliki yevmi-ddîn(i)

Din gününün sahibi&hükümdarı dır.

Din kuruşu kuruşuna en hassas şekilde hesap görmek demektir.

Zilzal suresi 7-8: Kim bir zerre ağırlığınca iyilik yaparsa onu görür. Kim de bir zerre ağırlığınca kötülük yaparsa onu görür.

Allah önce rahmetinden, merhametinden bahsetti ama sanki bu sizi gevşekliğe düşürmesin diyerek peşinden hesap gününden bahsetmektedir. O gün ya mükafat olarak Allahın lütufuna mazhar olunacak ya da bu mükafata nail olamamışsak adil bir şekilde yaptıklarımızın tam karşılığını bulacağız. Bu ayet hem maliki yani sahibi, hem de meliki yani hükümdarı olarak iki şekilde okunabiliyor. Küçük, basit şeylerin sahibi, büyük şeylerin hükümdarı olur. O gün küçük, büyük her şeyi kontrol edecek olan Allahtır. Günün sahibi/hükümdarı olması ile o gün olan her şeyin sahibi ve hükümdarı olduğu belirtilmiştir. Bizler zamana sahip olamayız. Zamanın içinde olan her şeyi kontrol etmemiz mümkün değildir. Bu ise Allaha kolaydır.

Bir beldede kim kanun koyup, mahkeme ediyor, mükafat veya ceza veriyorsa oranın hakimi odur. Bir hakimin kudreti, suçu tespit edebildiği, suçluyu yakalayabildiği, adaleti ve mahkemeyi ne kadar zamanda sonuçlandırdığı ile ölçülür. Yüce Rabbimiz ise zerre kadar iyilik veya kötülük yapsanız ve bunu nerede yaparsanız yapın hatta kimsenin göremeyeceği kalbinizde dahi yapsanız her şeyi kaydedip delilleri ile birlikte amellerinizi karşınızda göreceksiniz. Sizi kendi kendinize şahit tutacağım, üstelik iki melek de size şahit olacak ve sizi öyle hesaba çekeceğim diyor. Ayrıca yaratılmış herkesi eksiksiz hesap günü toplayacağım, kimse bu günden kaçamayacak, kimse araya hatırlı olduğunu zannettiği birilerini sokamayacak, kendini zengin sanıp kurtulmak için fidye veremeyecek, kimse bir başkasının suçunu üstlenemeyecek ve hesabı çok hızlı bir şekilde göreceğim diyor. Böyle bir hükümranlık Rabbimiz tarif etmese tasavvur dahi edilemez.Tin suresinde “Bundan sonra sana dini yalanlatan nedir? Allah hükmedenlerin en iyi / en üstün hükmedeni değil midir? ” ayetiyle bu duruma vurgu yapılmıştır.

Bakara 143 : “Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık. “  Hesap günü iman edenler insanlara, resullah (sav) da bize şahit olacak. Yani resullah (sav) dini bize nasıl aktarmış ise biz de insanlara o şekilde aktarmakla yükümlüyüz. Aksi halde resullah (sav) bizim aleyhimize şahitlik yapacaktır.

Kuran da ahireti, hesap gününü inkar etmek, mahkeme edilmeyi dolayısıyla Allah’ın hakimiyetini inkar etmek anlamına geldiğin için küfür sayılmıştır. Ayrıca tekrar dirilmeyi reddetmek de mahkemeden firar edebileceğini ve hükümdarın onu yakalayamayacağını sanmak anlamı taşıması açısından küfür sayılmıştır.

4-İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în (u)

Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen\’den yardım dileriz.

Alemlerin Rabbi kendini bize tanıttıktan sonra biz serbest irademizle yüzümüzü Ona dönerek, çünkü başka türlü Sen diye hitap ederek konuşamayız, ben yalnızca Sana kulluk eder yalnızca Senden yardım dilerim diyerek bir söz veriyoruz. Öncesindeki ayetlerde anlatılanı kabul ettiğimizin ve Onu Rab olarak kabulümüzün göstergesi olarak bu sözü veriyoruz.

Tüm Kuranı bu iki cümle ile özetleyebiliriz. Günah olan işlere baktığımızda bu iki cümleden birini ihlal ediyoruzdur. Bu sözün aması yoktur. Yani yalnız sana kulluk ederiz ama… yalnızca Senden yardım dileriz ama… böyle bir durum söz konusu değildir.

Rabbimiz bize emir vermiyor bizim isteyerek gönülden bu sözü söylememizi istiyor. Adeta karşılıklı konuşuyoruz. Sana diye hitap ediyoruz. Yahudilerin Musaya (as) hitabı gibi Rabbine söyle biz sadece Ona ibadet edeceğiz şeklinde değildir. Bu aynı zamanda Benimle direk bağlantı kurun demektir. Bu sözle biz nefsimizin bağımsızlığını ve iktidarını sona erdirip, ruhumuzdan, gönlümüzden nefsimizin ve yaratılmış her şeyin boyunduruğunu attığımızı ilan ediyoruz. Rabbimiz gönülden yalnızca Senden yardım dileriz dememizi istemekle bize yardım etmeyi de üstüne aldığını hissettiriyor.

\”İyyâke nesta’în\” cümlesindeki istiane kelimesi (auwn kökünden) gayret edip zorlanılan yerde yardım edilmesi manasına geliyor. Allahın ben elimden geleni yapacağım. Zorlandığım, beceremediğim yerde bana yardım et. Böylece gayret etmeye de söz vermiş oluyoruz. Kulluk etmek için hiç bir gayret sarf etmeden sadece dua ederek \”Allahım sana kulluk etmede bana yardım et\” demek bu yardımın kapsamına girmemiş oluyor.

Namaz kılarken, fatihayı okuyup selam verir vermez hemen dünyanın rezilliğine dalmak verdiğimiz bu söze sadık kalmadığımızı gösterir. Sözüne sadık olmayanların durumu ise Kuranda ileriki ayetlerde ele alınacak. Ayette önce kulluk edeceğiz diyerek Allaha teslim oluyoruz. Sonra ya Rabbi ben bu kulluğu yerine getirirken aciz kalmamdan dolayı zorlanır beceremezsem Sen bana  yardım et diyoruz. Allaha olan görevimiz birincil, kendi isteklerimiz ikincil seviyededir. Böylece hidayete giden yoldaki önceliklerin sırası da beyan edilmiş oluyor. Yardım et denirken ne için olduğu net bir şekilde belirtilmemiş olması ile yardımın, önceliğinin kullukta zorlanıldığı yerde olduğunu ama Rahman ismiyle paralel olarak sınırının bu olmadığını anlıyoruz. Ya Rabbi rahmetinden, nimetlerinden mahrum kalmamak için kendim, nefsim ve şeytanla mücadele edeceğim. Bana yardım et. Diğer bir açıdan bakarsak yüce Rabbimiz kendi yardımı olmadan başaramayacağımızı da bize hissettirmiş oluyor.

\"\"

Gobi çölü – Bir gece vakti…

5-İhdinâ-ssirâta-lmusta kîm(e)

Bize sıratı müstakimi hidayet et.

\”İhdina\” bize hediye et demektir. Çölde kaybolmuş birine en büyük hediye yol tarifidir. Dünya çölünde kaybolmuş bizler için en önemli şey de dönüş yolunun hediyesi yani hidayettir. Bu çölde karşılaştığımız dikenlere kaktüslere ise üzülmemeliyiz. Çünkü onların içinde bizi diriltecek rahmet saklıdır. Dikendeki zahmet, eziyet için değildir. Ne zaman ki nefsimiz o zahmetle erir. Kuran kalıbına dökülür. O zaman içindeki rahmete erişilir, gönül kapıları rahmete açılır. O zaman anlarız ki Rahmeti zahmet diye bize gösteren kendi nefsimizmiş. Bunu almadan dünyadan gider de cennetin yolunu bulamazsak, gerçekten mahvolduk ve ahiret çölleri olan cehennemlerde kaybolduk demektir. Yol tarifi o kadar değerlidir ki \”Bana yolu tarif eder misin?\” demek yerine \”Bana yolu hediye eder misin?\” denmektedir.

Sırat kelime olarak alternatifi olmayan, yegane yol demektir. Tarik kelimesi de yol demektir. Tarikat ise çoğuludur. Yollar demektir. Sırat kelimesinin ise çoğulu yoktur. Bu yönüyle yegane oluşu vurgulanmış oluyor. Çöl ortamında bir noktaya gidilecek en kestirme yegane yol aynı zamanda düzdür. Bu sırattan en küçük bir sapış bile bizi varacağımız yerden çok uzaklara götürebilir. Bu ise çölde helak olmamız demektir.

Müstakim kame kökünden geliyor. Ayağa kalkmak manasındadır. Burada yukarı giden şeklinde de yorumlanabilir. Sıratı müstakim sizi varacağınız yere götürecek olan dümdüz yani en kısa, yegane ve yukarı doğru yani düştüğümüz yerden ayağa kaldırarak yukarı çıkaran yol demektir. Çünkü cennetten buraya indirildik, düştük tekrar geri dönebilmemiz için bilmediğimiz dönüş yolunun bize tarif edilmesi gerekiyor.

Biz cennete girmek ve orada ebediyen mukim yani vatandaş olarak kalmak istiyoruz. Fakat gereken şartları sağlamanın yolunu bilmiyoruz.  İşte tarifi talep edilen yol bu yoldur. İleriki ayetlerde şeytan Ademi (as) cennette ebedi kalmak istiyorsan bu ağaçtan yemelisin diyerek kandırdı. Rabbimiz, bize adeta şeytana uyarsan dünya ve ahiret çöllerini bulursun, Benim öğüdümü dinlersen hidayeti bulacaksın diyor. Bir kimseye bir yere giriş hakkı ancak orada kalabilecek şartları sağlıyorsa verilir. Kuran bize cennette yaşamanın kurallarını da öğretiyor. Sadece girmek için değil orada kalmak için de kurana, takvaya ihtiyacımız var.

Diğer ihtiyaçlar gelip geçici şeyler, teferruat olduğundan en önemli olanı yani dünyaya gelmemizdeki asıl gaye zikredilmiş. Rabbimizle ne tür bir ilişki içinde olacağımız, Rabbimizi bilip kendimizi belirledikten, Ona Rab deyip biz kulu olduğumuzda, Efendimizden yani Rabbimizden bize ne yapacağımızı bildireceği talimatlarını bekleriz. Rabbimizin talimatları kendi ihtiyacı için değildir. Bizi hidayete götüren öğütler, sıratı müstakimde sapmadan yürüyebilmemizi sağlayacak rehberdir. Bizi mükemmeliğe yani Ona götüren yolun tarifidir.

Önceki ayette ben diyordum yani sana kulluk ederim senden yardım dilerim. Şimdi biz demeye başladım yani bizi doğru yola ilet. Allah (cc) bize hidayeti toplu olarak herkes için istememiz gerektiğini öğretiyor. Cemaat olmamızı, birbirimize dua etmemizi, birbirimizin velisi olmamızı, hoşnutlukla geçinmemizi istiyor. Bu yolda yürürken hep birlikte birbirinize destek olarak yürüyün diyor. Cemaatle namaz kılmanın daha sevap olmasındaki hikmet de budur sanırım.

Başka bir cihetten bakarsak ben söz verip sözümü yerine getirmeye çalışmakla bana düşeni yapıyorum. Rabbimiz ise herkesi hidayete erdirmek istiyor dolayısıyla bu şekilde dua etmeyi bana öğretiyor. İhtiyacı olan istekte bulunur. Önce hidayete ihtiyacımız olduğunu idrak etmemiz lazım. Her namazda tekrar tekrar isteyecek kadar. Bir rekatı bitirip diğer bir rekatta tekrar aynı sözü verip hidayet talep ediyoruz. Peki namazlar arasında ihtiyacımız olmuyor mu? Fatihasız namaz olmaz. Fatihasız zaman olmaz.

Hidayetin sahibi Allahdır; biz değiliz. Hidayet bilginin artışı değil, Allaha yönelmedeki samimiyetin, temizliğin artmasıdır. Bilgi imanını artırmıyorsa seni daha çok eğilip Allaha secde ettirmiyorsa neye yarıyor o zaman. Yeryüzünde büyüklenmemize mi?

Sırat dümdüz ve yukarı doğru giden yol demiştik. Yukarı çıkıldıkça tehlike artar, düşmek daha tahripkar olur. Nasıl ki yukarı çıktıkça yerçekiminden kurtulamayız aynı şekilde dünya bizi kendine çekmeye devam eder öylece dünyaya meyil, gözün kayma ihtimali, zorluklar hala mevcuttur. Yukarıya çıktıkça korku artar. Düşmemek için tuttuğun ipe daha sıkı sarılırsın. Allahın ipine… Ayağının kaymasından daha çok korkarsın. Ek tedbirler almaya çalışırsın.

6-Sirâta-lleżîne en’amte ‘aleyhim ġayri-lmaġdûbi ‘aleyhim velâ-ddâllîn(e)

O yol (sıratı mustakim) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gazap duyulmuşların ve dalalette kalmışların yolu değil.

Nimet verilmiş olanlar, evvelce gelen peygamberler ve onlara uymuş Allah’a iman etmiş ümmetleri kastediliyor.

Gazaba uğrayanlar, bildiği halde yapmayanlardır. Kuranda buna örnek olarak Yahudiler ve yaptıkları anlatılıyor. Bizim de böyle olmamaya dikkat etmemiz isteniyor.

Dalalette olanlar, bilmediği halde öğrenmeyenler, umursamayanlardır. Örnek olarak Hristiyanlar verilmiştir. Yahudilere gelen bilgileri öğrenmiyorlar.

Diğer ümmetler anlatılarak bize öğüt veriliyor. Bize, ayetleri nefsinize alet etmeyin, öğrenmeyip gafil kalmayın deniyor. Böyle olmayın demek ile böyle olma ihtimalimizin de olduğu belirtilmiş oluyor. Her zaman dikkatli olmak gerekir. Kuran’ın devamı bu duaya cevaben sıratın hediyesidir.

Rabbim Kurandan sünnetten ayırmasın. Fatihayı yaşamayı nasip etsin. Gayret bizden, yardım ve başarı Allah’tan.

 

 

 

Yorum bırakın