Küfür bir şeyin üstünü örtmek demektir. Arapçada çiftçiye, tohumun üstünü örttüğü için kafir de deniyor. Biz gönlümüzdeki ilahi tezahürü nefis ile örtmekteyiz. Gönül tam temizlenmediği müddetçe herkes o ölçüde kafirdir denebilir. Gönül Allah\’a aittir. O\’nun mülküdür. Biz bir anlamda kendi gönlümüzde misafiriz. Kendi evimizde gibi hissetmemiz ev sahibinin misafirperverliğinden ve nezaketindendir. Maalesef bizler nefsimizin ve şeytanın etkisi altında hoş bir misafirlik sergilememekteyiz. Adeta etrafı döken kıran pasaklı bir misafiriz. Ev sahibi ise bizim bu halimize son derece anlayışlı, yani sabırlı ve merhametlidir. Kuranın başında, Fatiha da, tüm isimlerinden, aşağı yukarı aynı manadaki ikisini Rahman ve Rahim isimlerini seçmiş ve bu ilk karşılaşmamızda bize kendini böylece tanıtmıştır. Büyük bir titizlik ve muhteşem bir iş yapışla bize bu misafirlikte nasıl davranılacağını öğretmeye çalışıyor. Bunu yaparken amacı misafirperverliğinden daha fazla haz duymamız, rahmetine daha çok mazhar olmamızdır. Biz öğrenip O\’nun mekanını O\’nun nuruyla temizlediğimizde, kırıp döktüklerimizi topladığımızda, örtüleri kaldırdığımızda fark ederiz ki bu ev muhteşem bir saraymış. Sarayında bizi tahtlar üstüne oturtmuştur. Her yerde Rabbimizin ihtişamı, saltanatı vardır. Rabbimiz bizi kendi mülkü olan saraylarda bir nevi krallar gibi ağırlamakta ve çeşit çeşit lezzetler bize ikram etmektedir. Her kişi bu sunumdan kendi istidadı, takvası nispetinde lezzet almaktadır. Her gönül ayrı bir saraydır. Dileyen diğer saraylara da misafir olabilmekte ve orada birbirleriyle sohbet etmektedir. Yapılmakta olan sohbet ise ayrı bir lezzet kaynağıdır. Burada rahatsız edici hiç bir söz duyulmamakta, sadece selam, barış, sözü edilmektedir. Selam sözü selama ermiş gönüllerde olur. Burada herkes Allah\’a derin bir hamd içindedir. Buraya benim diyemeyiz eğer dersek Allah\’ın mülkünü zimmetimize geçirmiş oluruz. Ev sahibine büyük ayıp etmiş olur, sonunda mahcup oluruz.
Dünyada ise biz bu nimete mazhar olmak, bu saraylarda edebince nasıl misafir olunacağını öğrenmek için bir eğitimden geçmekteyiz. Dünyadan yüz çevirerek yüzümüzü Allah\’a dönmemiz gerçekte gönlümüzün fücur kirlerinden temizlenmesinin bir işlemidir. Öncelikle hatamızı kabul edip, yaptığımız dağınıklıktan, bozgunculuktan pişman olmalı ve tövbe etmeliyiz. Tövbe ettiğimizde ne yapmış olursak olalım tüm hatalarımız affedilmektedir. Yani bu süreç bir imtihan olmaktan çıkıp hatalarımızın görüp düzelttiğimiz bir eğitime dönüşmektedir. Aksi halde, kibirlenir, ben bilirim diyerek kendimizi haklı görürsek bu sefer süreç seviye tespit sınavına dönüşmektedir.
Namaz, infak ve oruç bu işlemin en önemli unsurlarıdır. Her gönül ayrı bir saraydır. Kibirden, kıskançlıktan, egodan uzaklaşanlar, benlikten bizliğe geçebilen herkes cennette birbirinin sarayını da seyredecektir, misafir olacaktır. Tek gülü seyretmektense tüm gül bahçesi seyir bambaşka bir keyiftir.
Takva elbise gibidir, Bize bu sarayda derli toplu, kirden arınmış, temiz ve süslü görünmemiz için gerekmektedir. Yani bize dünyada lazım olduğundan daha fazla ahirette lazımdır. Eğer cennette Adem as. misali haddi aşarsak takvamız bozulur, nefsani yanlarımızı örten elbisemiz düşer, gönül bulanır, saray kirlenir, etrafımızdan, diğer cennet ehlinden utanırız. Bu rezaletin görülmemesi için tekrar örtümüze kavuşmamız veya orayı terk etmemiz gerekir. Adem as çirkinliklerini cennet yapraklarıyla örtmesi budur. Bu çirkinlik genel kanı üzere avret yerinin görünmesi değildir.
Bir ayetten yola çıkarak biraz daha açıklayayım:
Bakara 284: Göklerde ve yerde olanlar Allah\’ındır. İçinizde olanları açığa vursanız da gizleseniz de Allah onlardan dolayı sizi sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar dilediğine de azap eder. Allah her şeye güç yetirir.
İçimizde olandan hesaba çekileceğiz. Biz, değil hareketlerimizi gönlümüzden geçirdiklerimizi dahi düzeltmek zorundayız. Adem as\’a \”bu ağaçtan yeme\” değil \”bu ağaca yaklaşma\” deniyor. Bir şeye yaklaşma ilk olarak onu gönülde arzu etmekle başlar. Sonra şeytanın telkiniyle amele dönüşür. Eğer gönülde yaklaşma olmazsa kişi ihlaslı olur ve şeytanın ona etkisi olamaz. Bu sebeple günah olanı gönlümüzden çıkarmayı öğrenmemiz ve uygulamamız gerekmektedir. Bu işlemin sürekliliği takvayla mümkündür. Biz bu amaçla dünyadayız. Hayatı bu doğrultuda yorumlamalı, yaşamalı ve öğrenmeliyiz. Bizim yaşamadığımız bir şeyi hakkıyla öğrenmemiz mümkün değildir. Bilmek, müşahede etmek ve yaşamak ruhumuzda birbirinden çok farklı seviyelerde öğreti veya iz oluşturur.
Biliyorum gönlü günahtan temizlemek çok ama çok zor bir iştir. Bu işin kamilen yapılması neredeyse imkansızdır. Bu sebeple Rabbimiz peşine gelen ayetlerde bize çıkış yolunu göstermiştir:
Bakara 285: Peygamber kendine Rabbinden indirilene inandı, müminler de (buna inandılar). Tümü Allah\’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. \’Biz O\’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız.\’ ve \’Duyduk ve itaat ettik. Senin bağışlamanı diliyoruz, ey Rabbimiz; dönüş de sanadır\’ dediler.
Bakara 286: Allah hiç kimseye kaldırabileceğinin üstünde bir yük yüklemez. Her canın kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği fenalıklar da kendi zararınadır. \’Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bundan dolayı bizi sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilerin üzerine yüklemiş olduğun gibi bizim üzerimize de ağır bir yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bizi güç yetiremeyeceğimiz bir şeyle yükümlü tutma! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize rahmet et! Sen bizim Mevla’mızsın (yar ve yardımcımızsın) kafirler topluluğuna karşı bize yardımcı ol!\’
Eğer iman eder, ayetlere itaat eder uygularsak, kibirlenmeden tövbe eder bağışlanma dilersek Rabbimiz bize kaldıramayacağımız bir yük yüklemeyecektir veya yükü kaldıracak güçü de verecektir. Elimizden gelen gayreti göstereceğiz başarı ise Allah\’tan gelecektir. Yani biz seferden sorumluyuz zaferden değil. Sonunda ise ne güzel bir dua öğretilmektedir. Gücümüzün yettiğinden fazlasından sorumlu değiliz. Bu elimizden geleni yapacağız gerisi Allahın merhameti ve lütufuna kalacak. Hiç kimse cennete başı dik ben başardım diye giremeyecektir. Rabbimizin merhameti, affı ve lütfuyla gireceğiz. Böylece cennette bizi büyüklenmeye düşürecek bir sebep de oluşmayacaktır.
Tüm güzellikleri gönülden açığa çıkarmaya gayret etmeliyiz. Hayatın lezzeti buradadır. Çirkin, kötü olan yönlerin temizlenmesi veya takvayla örtülmesi gerekir. Dünyanın gönlümüze göre şekil aldığını bir düşünün. İçimizde öfke ve kıskançlık varsa tüm dünyanın bunun eziyetini çektiğini düşünün. Zaten bizim çektiklerimiz de bu aşırılıkların zahmeti değil mi? barış ve güzelliğin olması için barış ve güzelliği içimize sindirmemiz, gönlümüzde oluşturmamız gerekiyor. Bu çok derin bir işlemdir. Bizden sadece güzelin açığa çıkıyor olması lazım. Bu hale gelmenin sadece bizim gayretimizle olması pek mümkün değildir. Rabbimizin yardımı gerekmektedir. Bu bizim mülkümüz değil ki dilediğimizce kullanalım. Eğer bize böyle bir izin verilirse olacak bir şey. Bunu ancak bütün güzelliklerin sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah verebilir. Kendini hiç bilmek O’nu gönülde hep kılar; ki zaten öyledir. Zarafetinden öyle değilmiş gibi gözükmektedir. Tıpkı bizim durmamızı istediği şekilde ilk önce kendi yaparak bize göstermektedir. Dünyayı bilmek, kendini bilmek aynı zamanda Rabbini bilmektir. Gerçek hazine budur. Nasip etsin inşallah.