Adem kıssası üzerinde tefekkür…

BAKARA SURESİ

30- Hani Rabbin, Meleklere: \”Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim\” demişti. Onlar da: \”Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?\” dediler. (Allah:) \”Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim\” dedi.

31- Ve Adem\’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere sunup: \”Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin\” dedi.

32- Dediler ki: \”Sen subhansın, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, Alim ve Hakim sin.\”

33- \”Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver\” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: \”Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını muhakkak ki ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim.\”

34- Ve meleklere: “Adem\’e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kafirlerden oldu.

35- Ve dedik ki: \”Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.\”

36- Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum/nimetler)dan çıkardı. Biz de: \”Bazınız bazınıza düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta (geçinecek) vardır\” dedik.

37- Sonra Adem, Rabbinden kelimeler telakki etti (anlayış, görüş, kabul etmek). Böylece (Allah da) tövbesini kabul etti. Muhakkak O dur, O Tevvab ve Rahim olan.

38- Dedik ki: \”Oradan tümünüz inin. Size benden mutlaka bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

39- İnkar edip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır.

ARAF SURESİNDE ADEM AS KISSASI

12- Allah \’Ben emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?\’ buyurdu. İblis \’Ben ondan üstünüm,\’ dedi. \’Sen beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.\’

13- (Allah:) «Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.» dedi.

14- (iblis) «(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle» dedi.

15- (Allah:) «Sen gözlenip ertelenenlerdensin» dedi.

16- (iblis) «Bundan sonra beni azdırmana karşılık, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.» dedi

17- \’Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulmayacaksın.\’

18- (Allah) Dedi: \’Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.\’

19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

20- Şeytan, kendilerinden \’örtülüp gizlenen çirkin yerlerini\’ (mi:gönüllerinde, nefislerinde gizli olan, düzeltmeleri gereken) açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: «Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan olmamanız içindir.»

21- Ve: «Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.

22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerilerini cennet yapraklarından yamayıp örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»

23- Dediler ki: «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.»

24- (Allah) Dedi ki: \”Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.\”

25- Dedi ki: \’Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.\’

26- Ey Adem oğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size \’süs kazandıracak bir giyim\’ indirdik (var ettik) . Takva ile kuşanıp donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah\’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.

27- Ey Adem oğulları! Anne ve babanızın örtülerini çekip çirkin yerlerini ortaya çıkararak onları Cennetten çıkardığı gibi, sakın Şeytan sizi de fitneye düşürmesin. Çünkü şeytan ve askerleri, sizin onları göremediğiniz taraftan sizi görürler. Biz ise o şeytanları, iman etmeyenlere dost kılmışızdır.

28- Onlar, \’çirkin bir hayasızlık\’ işlediklerinde: \’atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti\’ derler. De ki: \’Şüphesiz Allah, \’çirkin hayasızlıkları\’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah\’a karşı mı söylüyorsunuz?\’

29- De ki: \’Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescit yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O\’na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O\’na dua edin. \’Başlangıçta sizi yarattığı\’ gibi döneceksiniz.\’

30- Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı hak etti. Çünkü bunlar, Allah\’ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.

Rabbimiz meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağım diyor. Halife arkadan gelen demek. Burada mübalağa olarak kullanılmış. Bu kalıp kelimeye birbirlerinin ardından gelecek, nesiller şeklinde gelecek manası veriyor. Halife yanlış bir şekilde haşa Allah\’ın yeryüzündeki halifesi, Onun işlerini yapacak olarak anlaşılmamalı. Böyle bir düşünce ne tür bir kibirdir ki, insanı böylesine bir çukura sürüklüyor.

Melekler ise insanın hatalı yanlarını vurgulayıp kendi güzel amellerinden bahsederek belki bir çeşit kıskançlık olarak değerlendirilebilecek bir tepkiyle Allahın hükmüne itiraz ediyorlar. Bu tepkiden insanın mazhar olacağı bir lütufu kıskandıkları sonucuna da varabiliriz. Nefislerindeki kibir kıskançlık olarak tezahür ederek Alemlerin Rabbinin kudreti, ilmi ve hikmeti konusunda onları yanılgıya sevk ediyor ve Allahı eleştirmek gibi bir hataya düşüyorlar. Bu meleklerin günahsız olduklarına dair yaygın kanının aksine bir davranıştır. Zaten hatalarını anladıklarında Rabbimizi tenzih ederek tövbe ediyorlar.

Ben sizin bilmediğinizi bilirim demekle Allah, eleştirdiğiniz insandaki veya daha genel bir ifadeyle yarattıklarımdaki güzelliği de ve iblis örneğinde olduğu gibi hatalı yanları da en iyi ben bilirim demek istiyor. Allah ise gaybı bilen olduğunu onlara hatırlatarak yaptıkları yanlışı, hangi sınırı geçtiklerini onlara bildiriyor. Gayba iman etmek bir anlamda bizim bilmediğimize, aciz ve  hiç olduğumuzu idrak ederek Allahın her şeyi bildiğine, yaptığı her işte bizim bilmediğimiz hikmetler olduğuna iman emektir. Olana rıza ve tevekkül ile sabır bu imanla olur.

Bu ayette lütufa mahzar olmak, şükürle tespih ve takdis etmek ve onun tersi olarak da bozgunculuk çıkarmak ve kan dökmek tanımlanmış. Allahı tespih eden bozgunculuk çıkarmaz sonucu çıkıyor. Takdis etmek yani mukaddes bilmek aynı zamanda yarattığını da mukaddes bilip kandan ırmaklar akıtmamak demektir.

Ve Adem\’e isimlerin hepsini öğretti. Bilimler bir anlamda terimlerden yani isimlerden oluşur. Dolayısıyla isimleri öğretmekle bunlara bağlı ilimleri de öğretmiş oluyor. Örneğin matematiği öğrendi denince matematikle kastedilen ilim öğrenilmiş olur. Bilgi güç demektir ama rehberlik olmazsa insana zarar verir. İlim ve rehberlik, bilgi ve onu hayır için kullanma becerisi, arzusu bir arada olmalı. Bu da nefsin terbiyesiyle olur. Sonra, Ademe öğrettiği şeyleri meleklere sunup: \”Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin\” dedi. Madem kibirlendiniz, itiraz ettiniz, o halde devamını da  getirin bakalım.

Melekler yaptıkları hatayı anlayıp \”Sen subhansın, bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, Alim ve Hakim sin.\” diyerek tövbe edip geri adım atıyorlar. Senin verdiğinden başka ilmimiz yok diyerek hiç olduklarını kabul ediyorlar. Alim olan Sensin diyerek büyüklenmeyi terk ediyorlar. Bu bir kulun kendinin hiç, Rabbinin hep olduğunu idrakidir. Hakimsin diyerek de her yaptığını sırf olmuş olsun diye değil de bir hikmete binaen yaptığını yürekten kabul ederek Allahın kudretine teslim oluyorlar.

Rabbimiz Ademe \”Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver\” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: \”Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını muhakkak ki ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim.\” Gayba iman ve bunu Allahın bildiğini kabul etmenin önemi meleklerin düştükleri hata ile bir kez daha vurgulanıyor.  Gizli tuttuklarınızı bilirim sözü ile melekleri Allahın yaptığını eleştiriye sürükleyen içlerindeki hastalığı ve en büyük fasık şeytanın kibrini gizlediğini kastediyor. Aslında bu olayla melekler içlerindeki bir hastalıktan kurtulmuş oluyorlar. Hatayı kabul ve tövbe o hataya merhemdir.

Şimdi sıra melekleri içlerindeki kibirden iyice kurtarmaya ve şeytanın içinde gizlediği şeyi açığa çıkarmaya geliyor. Ve meleklere: “Adem\’e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kafirlerden oldu.

Tekabbara büyük olmak demek. İstikbar büyük olmak değil büyüklenmek istedi, yeltendi manasına gelir. Neden büyükleniyor? İnsana lütfedilecek olmasını hazmedemiyor. Allahın dilediğine lütuf edebileceğini, her lütufun bir hikmete binaen olduğunu ve bundan dolayı Allahın sorgulanamayacağını idrak etmekte kibri onu yanıltıyor. Tıpkı dünya hayatında bizim başkalarında olanı kıskandığımız gibi… Şeytan özelinde, kibir onun, Allahın insana üflediği ruhu, görmesini engelliyor. Halbuki lütuf Allaha ibadet etmekle verilir. Şeytan ise en çok ibadet eden olarak kendisini insandan daha çok lütufa layık görüyor. İnsanlar içinde de kalbinde bu tür hastalık olanlar vardır. Bir dalda ne kadar meyve varsa o dal o kadar başını eğer. Bildikçe o bilgiyi sindirip idrak ettikçe daha çok hiç olunur. Şeytandaki ne tür bir kibirlenme arzusu ki hala inatla tövbeden uzak duruyor. İblis bir secdeyi yapmayıp inat etmekte ısrar ile ne hale geldi. Allah muhafaza etsin ve bizleri hataları görüp ders alanlardan eylesin.

Allah cc meleklere secde etmelerini ademi yaratır yaratmaz emretmiyor. Önce ona öğrettiği ilim onda açığa çıkıyor ve adem bu ilim ile bir anlam kazanıyor, o zaman ademe yani ona anlam ve değer veren bu ilme yani aslında alemlerin Rabbinin ilmine secde ediyorlar. Ona boyun eğiyorlar. Biz de her nerede Allahın ilmi hükmü zuhur ederse ona boyun eğmemiz gerekir. Başta itiraz etsek bile Rabbimizin zuhurunu görür görmez melekler gibi tövbe edip Ona boyun eğmemiz gerekir. Bizim bir değerimiz, yani şanımız, şerefimiz, gururumuz, izzeti nefsimiz olamaz. Eğer var dersek, olmadığımız gibi görünmeye çalışmış, büyüklenmiş, kibirlenmiş oluruz.

Nisa 139: Onlar, müminleri bırakıp da kafirleri kendilerine dost edinenlerdir. Yoksa onlar, kafirlerin yanında izzet (üstünlük ve şeref) mi arıyorlar? Halbuki izzet tümüyle Allah\’ındır.

Onu Rab bilerek Onun için yaptığımız amel bizi şan ve şeref sahibi yapmaz. Bizim önemimiz o ameli yapmaktaki takvamızdadır. Takva ise ego ve kibirden uzaktır. Rabbimiz övgüye layıktır biz değil. Gönlümüzde sadece O olduğu zaman bizim bir değerimiz var. Yoksa biz sefillerin en sefili durumundayız. Gönlümüzde O olduğunda da iltifat içindekinedir, ambalaja değil. İbadetin sadece Ona yapılıyor olması en hassas noktadır.

Allah \’Ben emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?\’ buyurdu. İblis \’Ben ondan üstünüm,\’ dedi. \’Sen beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.\’ «Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.»

O da: «(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle» dedi.

-(Allah:) «Sen gözlenip ertelenenlerdensin» dedi

Dedi ki «Bundan sonra beni azdırmana karşılık, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.»

Şeytan büyüklenmeye yeltenmekle kendini küçük düşürdü. İltifat yalnızca Ona kulluk edildiğinde vardı. Ama ne zaman ki O gönlünden çıktı sen de iltifatı kaybettin.

Şeytan hala hatasını kabul etmeyip, nefsini temize çıkarmaya çalışarak azgınlığından Allahı sorumlu tutmaya yeltenmektedir. Bu hatalı olan biz iken başkalarını suçlamak suretiyle çokça yaptığımız son derece sakıncalı bir davranıştır.

Ve dedik ki: \”Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.\”

Henüz cennette değillerdi. Oraya aktarılıp yerleşiyorlar. Evin sorumlusu koca olduğundan ona sesleniyor Allah. Evin sorumlusu demek sahibi demek değil. Sahibi Allahtır. \”Uskun\” sakina den gelir. Huzur sükunet içinde ol demek. İstediğin şeyden istediğin kadar bol bol ye. Her şey helal. Sadece bu ağaca yaklaşmayın; \”hazihi\” demekle uzaktaki değil yakınlarındaki bir ağaç kastediliyor, deniyor. Ayette yemeyin değil, yaklaşmayın deniyor. Yani günaha yaklaşmayın dahi diyerek bize öğüt veriliyor. Allah meleklere Ademi dünya için yaratacağım demişti ama onu cennete koydu. Her şey helal ama bu ağaca yani yasak olana yaklaşmayın dedi. Dünya hayatı gibi. Sanki daha sonra verilecek eğitimin çözümlü alıştırması gibi. Hadler, sınırlar, yasaklar bize Allahı hatırlatır. Sürekli ve bol nimet içinde olduğumuzda bir müddet sonra Allahı hatırlamayı Ona hamd etmeyi unuturuz. \”İnsan nisyan ile malüldür\”. Yani unutkandır ve unutur. Ama yakınında Allahın yaklaşma dediği bir ağaç varsa o ağaç sürekli, mesafeyi kollamak, hataya düşmemek adına Allahı hatırlatır. Yasaklar bizim takvamızın, kulluğumuzun mihenk taşlarıdır.

Şeytan, kendilerinden \’örtülüp gizlenen çirkin yerlerini\’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: «Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan olmamanız içindir.» Ve: «Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerilerini cennet yapraklarından yamayıp örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?» Dediler ki: «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.»

Şeytan bu emirden onları kaydırdı. Eğer günaha yaklaşırsanız dayanamayıp o günahı işlersiniz. Asıl olan günahı gönülden çıkarmaktır. Cennette ebedi kalıcı olmadıklarını biliyorlardı (Halidiyne fiyha). Şeytan onları bu ağaçtan yerseniz ya melek yada buranın devamlı mukimlerinden olursunuz diye kandırıyor. Hakların, izinlerin Allah tarafından verildiğini unutup etraflarındaki saltanatın büyüsüyle gönüllerindeki hastalık zihinlerini karıştırıyor ve aldanıyorlar. Adem kendi nefsini temize çıkarmaya çalışmıyor. Allahın hükmüne eksik bilgi ve nefsani arzuların etkisinde bir zihinin kurduğu mantıkla yaklaşmak insanı küfre götürür. Çünkü ya bilgi eksikliği ya da hatalı mantık bizi yanlışa sürükleyecektir. İblis ve insanın (nefsin) ortak yanları olduğunu görüyoruz: Allah tarafından şereflendirilmiş olmak, Allaha itaat etmemiş olmak, itaat etmediklerinde tövbe etme veya etmeme şanslarının olması. Fakat işin sonunda şeytan inat ediyor buna karşılık Adem ve eşi tövbe ediyor. Bu kıssa Kuranda bir çok kez anlatılır. Böylece her okuduğunda Adem gibi hatalarımıza tövbe edip günahtan uzak mı duracağız yoksa şeytan gibi inadımızı makul kılmak için bahaneler ileri sürüp nefsimizi temize mi çıkarmaya çalışacağız seçenekleri bize hatırlatılır.

Rabbimiz, gönlümüzdeki hastalıkları, çirkin yönleri bize göstermek için,  şeytanın ve/veya nefsimiz aracılığıyla ortaya çıkmasına izin verir. Amaç hataya düşürüp cezalandırmak değil eğitmektir. Bize doğrudan hatalarımızı söylese kimi zaman inadımızdan kimi zaman bilmediğimizden anlamakta zorlanır kabul etmeyiz. Ama yaşarsak, hattamızı ellerimizle önümüze getirirsek, o zaman itiraz edecek durumumuz olmaz. Hatanın nasıl geliştiğini görüp, her boyutuyla durumu idrak ederiz. Bizler birbirimize bir şeyler anlattığımızda zihnimizde anlatılanları canlandırmaya çalışırız. Ama Allah bize bir şey anlatacağı zaman biz onu yaşarız. Ömrümüz Onunla olan muhabbetimizdir. Böyle bir durumda biz ne yaparız. Ya nefsimize uyup hatayı örtbas etmeye, başkalarını suçlamaya çalışırız, yani şeytanlaşırız ya da hatamızı kabul edip tövbe eder, düzeltmeye çalışır Ademoğlu oluruz.

37- Sonra Adem, Rabbinden kelimeler telakki etti (anlayış, görüş, kabul etmek). Böylece (Allah da) tövbesini kabul etti. Muhakkak O dur, O Tevvab ve Rahim olan.

38- Dedik ki: \”Oradan tümünüz inin. Size benden mutlaka bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

Araf 26-Ey Adem oğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size \’süs kazandıracak bir giyim\’ indirdik (var ettik) . Takva ile kuşanıp donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah\’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler. Ey Adem oğulları! Anne ve babanızın örtülerini çekip çirkin yerlerini ortaya çıkararak onları Cennetten çıkardığı gibi, sakın Şeytan sizi de fitneye düşürmesin. Çünkü şeytan ve askerleri, sizin onları göremediğiniz taraftan sizi görürler. Biz ise o şeytanları, iman etmeyenlere dost kılmışızdır.

Adem as ve eşi asıl eğitimlerine başlamadan önce yaşadıklarından çıkarmaları gereken dersi ve gittikleri yerde dönüş yolunu nasıl bulacakları kendilerine tebliğ ediliyor. Bedensel bir yolculuk gibi görünse de gerçekte manevi bir öğrenme ve tekamül etme yolculuğudur.

Gittiğiniz yerde size dönüş yolunu gösteren ayetlerim geldiğinde o hidayeti takip ederseniz ve takva ile kuşanırsanız dönüş yolunu bularak çıkarıldığınız cennete ebedi kalıcılar olarak dönersiniz. Şeytan içinizdeki çirkinlikleri ortaya çıkaracaktır. Eğer şeytanın yaptığı gibi bu çirkinliklere sahip çıkarsanız onu dost edinmiş olursunuz ve imanınızı kaybedersiniz. Eğer tövbe eder takva elbisesini kuşanırsanız çirkinlikleriniz örtülür. Açığa çıkmış çirkinliklerle cennette durmak mümkün değildir. Çirkinliklerin yok olacağı söylenmiyor. Demek ki hep içerde bir yerlerde kalacak ama biz takva sahibi olduğumuz sürece bu çirkinlikler açığa çıkmayacak. Takva bize cennette ebedi kalmak için de lazım olacak. Ne zaman ki ağaca yaklaşır yani haddi aşar, Allahı zikretmeyi unutursak elbisemiz üzerimizden sıyrılır. Çirkinliklerimiz görünür ve utanç içinde cenneti terk etmek zorunda kalırız.

Şeytan Allaha asi olup insanlara kötülük yapmak amacıyla yola çıkmıştır ama Rabbimiz onu bizler için bir eğitim materyali haline getirmiştir. Hiç bir yaratılmışın Allahın hükmüne boyun eğmeden varlık göstermesi mümkün değildir. Şeytan, imanımızı sağlam tutmanın ve takva sahibi olmanın mihenk taşı olmuştur. İmanımıza öyle sarılacağız ki şeytanın fısıltıları bize işlemeyecek ve nefsimizin şehvetlerini azdırmak suretiyle bizi saptıramayacak. Beceremediğimiz yerde Rabbimizden öğrendiğimiz kelimelerle tövbe edeceğiz ve Allah imanımızı bize geri verecek. Biz de böylece imanımızı daha sıkı tutmayı, kuvvetli bir takva olmanın ne demek olduğunu idrak edeceğiz. Allahın açık gizli her şeyi bildiğini ve gördüğünü asla ama asla unutmayacağız.

Bir anlamda Rabbimiz hidayetin kendisinden geldiğini bilmemizi istemiş. Hidayetin anahtarı Fatiha suresindeki \”Yalnızca Sana ibadet eder yalnızca Senden yardım dileriz\” cümlesindedir. Gittiğimiz yol Rabbimizin Kuranda defalarca hatalarıyla ve sevaplarıyla anlattığı evvelce nimet verdiği ümmetlerin gittiği yoldan farklı olmayacak. \”Ne korkacaklar ne de üzüntü duyacaklar\” deniyor. Bu dünyada tehlikede olmazlar, ahirette de kurtuşa erdiklerinden mahzun olmazlar şeklinde anlaşılabileceği gibi onlar Allahın onları koruyacağını bildikleri için başka hiç bir şeyden korkmazlar ve sıkıntı içine düştüklerinde ise bunun bir hikmete binaen olduğunu bilir üzüntü duymaz ders çıkarmaya çalışırlar.

Bakara 40 dan sonra İsrail oğulları hakkındaki kıssalar başlıyor. Hidayet geldiğinde yapılan yanlışlar anlatılarak bize dikkatli olmamız öğütleniyor. Neler yapmamamız gerektiği örnekleriyle anlatılıyor.

(Kurandaki Adem kıssaları için tıklayınız.)

 

 

 

Yorum bırakın